Periskop Nedir? Ne İşe Yarar?

Etiketler:


Periskop, deniz ve kara savaşlarında, harekatı kolaylaştırmak maksadıyla kullanılan, emniyetli mesafelerden hedefi görünmeden incelemeye yarayan optik bir alet. Teknisyenler, nükleer araştırmaları da tehlikeli bölgeye yaklaşmadan periskopla gözler. Periskopun en çok kullanıldığı sahadenizaltılardır.

Periskopta iki yansıtıcı ayna veya prizma bulunur. Birinci ayna hedeften gelen ışıkları doksan derece kırarak aşağı doğru yansıtır. İkincisiyse bu gelen ışıkları tekrar doksan derece kırarak yatay yönde göze iletir. Periskobun bu özelliği teleskop yapı ile güçlendirilir. Periskop, yardımı ile hedefi yaklaştırma, büyütme özelliği kazanır.

Periskop, prensip olarak ters ve doğru yerleştirilmiş iki dürbünün bir tüp içine yerleştirilmesinden ibarettir. Ters dürbünde cisimler olduğundan daha küçük görülmesine rağmen görüş açısı çok büyüktür. Ters dürbünle genişletilmiş görüş sahası doğru dürbünle tekrar büyütülüp yaklaştırılarak gözlenir. Bu duruma göre görüntüyü büyütmek için üst (ters) dürbün görüntüsünün küçültülmesi; alt (doğru) dürbün görüntüsünün ise büyütülmesi gerekir. Bu işlemler periskop kafasına monte edilmiş kolların elle döndürülmesiyle yapılır.

Periskopta görüntüye ve kullanıma tesir eden birçok husus vardır. Fiziki olarak periskopun ince ve uzun olması istenir. Periskop boyunu uzatmak için ara mercek düzenleri ilave edilir. Boy uzayıp çap daraldıkça ışık kaybı artar. Görüntü büyütme ve görüş açısı mercek çaplarına bağlıdır.

Periskopla yalnız cisimlerin şekli incelenmekle kalmaz, ayrıca hedef, mesafe ve açı göstergeleri ilavesiyle hedefle ilgili daha geniş bilgi de toplanır. Gelişmiş periskoplarda fotoğraf makinaları, ekran görüntüleme, hafıza sistemleri de mevcuttur. Bütün bu parçalar basit bir silindirik tüp boru içerisine monte edilmiştir. Boru çapı küçüldükçe görüş açısı küçülür.

PeriskopBirinci Dünya Savaşında kullanılmaya başlanmıştır. Önceleri siperlerden gözükmeden hedefin incelenmesi maksadı ile yapılan periskoplar, daha sonraları tanklara, büyük kara ve gemi toplarına,denizaltılara da monte edilmiştir.Fiber optiğin gelişmesiyle çok ince çaplı ve uzun periskoplar yapılmıştır. Fiber optik periskoplar insan vücudunun çeşitli yerlerine sondaj yapılarak incelenmesini mümkün kılmaktadır.
Denizaltı Periskopları

Periskopların en yaygın olarak kullanıldığı alan denizaltı gemileridir. Periskop, denizaltının gözüdür. Denizaltılar su altında satha yakınken gözükmeden su üstü gemisi gibi seyir yapabilmek için periskop kullanırlar. Denizaltı periskopları hem ince hem de uzun olmalıdır. İnce ve uzun periskoplarda görüş açısı ve ışık şiddeti azdır. Bu eksiklikleri gidermek üzere denizaltı periskoplarına boru boyunca kuvvetlendirici mercekler ilave edilmiştir. Denizaltı periskobunun bir özelliği de dikey ve eksenel yönde hareketli olmasıdır. Dikey hareketle su derinliğine göre periskop boyu ayarlanır. Eksenel döndürme hareketiyle de her açıdaki hedefi görmek mümkün olur. Bu hareketler hidrolik ve mekanik kuvvetlerle sağlanır.

Denizaltı periskoplarında genellikle iki tip büyütme oranı vardır. Değerdeki büyütmede görüş açısı 40° civarındadır. Daha büyük büyütme oranı 6 değerinde olup, görüş açısı 8° civarındadır.

Denizaltı harekatı sürat istediği için, periskop hareketlerini sağlayan mekanizmalar kolay kullanılabilir özelliktedir. Mesela periskopun alt gözetleme kafasında bulunan eksenel döndürme kolları, aynı zamanda mesafe ayar ve görüş açısı ayar görevlerini de yapar. Bu kollardan birine bağlı makaralı tel düzeniyle yukardaki prizma ve mercek donanımına dikey eksen yönünde hareket verdirilerek yatay ile 45° açı yüksekliğindeki hedefler de görülebilir.

Modern denizaltı periskoplarında mesafe ölçümü ayrı bir cihazla kendiliğinden hesaplanarak kayıt ve gösterge olarak tespit edilir. Bu cihaza stadimetre denir.

1980'lerde geliştirilen denizaltı periskoplarında ise periskop gözetleme kafasının su üzerinde uzun müddet kalmasına gerek kalmamaktadır. Böylece düşman gemilerininradarlarına yakalanma ihtimali azaltılmıştır. Periskop bir an satha süzülerek, ekseni etrafında 360°döndürülüp tekrar aşağı çekilir. Periskop merceğinden giren ışık hafızalı ekranda görüntülenerek ekrandan hedef analizi yapılır.

Periskoplardaki diğer özellikler: Periskop optik düzeninde ışık kırılma kayıplarını azaltmak için hedef merceğinin havaya bakan yüzeyi kimyevi olarak ince bir film tabakası ile kaplanır. Bu şekilde yüzeyi kaplanmış mercekli periskopta ışık geçirgenliği % 30-50 arası artar. Görüntü genliği ise % 100 oranında büyür. Bu görüntüde puslanma ve leke olmaz.

Periskop imalatında dikkat edilecek hususlardan biri de, periskop borusunun su ve hava sızdırmamasıdır. Periskop borusu içindeki nemli hava boşaltılarak yerine kuru hava, yani azot gazı doldurulur. Bu şekilde suyun yoğunlaşması önlenerek merceklerde ve prizmalarda buğulanmanın önüne geçilmiş olur.

Kaynak : Wikipedia

Ses ve Sesin Özellikleri

Etiketler: ,


Ses ve Sesin Özellikleri

Ses

Ses, titreşimlerden oluşan bir enerji türüdür. Çevremizde ses çıkaran sayısız varlık vardır.İnsanlar,hayvanlar,taşıtlar, müzik aletleri, şelale, rüzgâr, yağmur ses çıkaran varlıklardandır.

Kendiliğinden ses çıkaran varlıklara doğal ses kaynakları denir. Ses kaynaklarının ses çıkarabilmesi için titreşim gerekir. Müzik aletlerinde bunu çok net görebiliriz. İnsanların ses çıkarması da titreşimle olur. Gırtlağımızda bulunan ses telleri akciğerlerimizde bulunan hava ile titreşerek ses çıkmasını sağlar.

Duyduğumuz her ses, kulak tarafından algılanabilen, esnek maddi ortamda yayılan mekanik titreşim dalgasıdır. Katı, sıvı ve gazların pek çoğu sesin yayılmasına elverişli bir ortam oluşturur. Böyle bir ortamda oluşturulan bir mekanik tedirginlik, bir noktada ani bir basınç yükselmesine yol açar. Ortam esnek olduğundan sıkışma durumu kalıcı değildir; Sıkışan bölge, tedirginlik etkisi ortadan kalkar kakmaz genişler, ama bu sırada komşu bölgelerin sıkışmasına yol açar.Bu durum periyodik bir biçimde yenilenir.Sonuç olarak her bölgeden birbirini izleyen sıkışma ve seyrelme dalgaları geçer. Bu dalgalar boyuna dalgalardır;bir başka deyişle, ortamın parçacıklarının titreşim hareketi dalga hareketi doğrultusundadır. Bu dalganın ortam içindeki hızı, ortamı oluşturan maddenin yoğunluğuna ve denge basıncına, özgül ısısına (gazlar için), esnekliğine (katı ve sıvılar için), sıcaklığa ve dalganın frekansına bağlıdır.0o C sıcaklıkta ve deniz yüzeyi basıncındaki kuru havada sesin hızı saniyede 331,28 m’ tir.(Bu değer 1986 da belirlenmiştir).Sesin hızı deniz suyunda 1,490 m/s çelikte ise 5 m/s dir.

Sesin Fiziksel Özellikleri

Basit bir ses dalgasının bir noktada oluşturduğu ses basıncının zamanla değişimi harmoniktir. Basıncın en büyük değerine genlik denir.basıncın en büyük iki değeri arasındaki geçen zamana periyot adı verilir.Periyot bir basınç değişimi devri için geçen zaman olarak tanımlanabileceğine göre; frekans birim zamandaki basınç değişim devresi sayısıdır ve hertz ile ölçülür.

Genlik: Ses basıncı, atmosferik basınç (ses yokken) ile toplam basınç (ses varken) arasındaki farkın ölçüsü yada genliğidir.Sesin genliği için pek çok ölçü tipi bulunsa da, ses basıncı temel ölçüdür.Ses basıncı salınırlarının birimi desibeldir (db);bir ses basıncı seviyesi belli bir rakamdaki Desibel değeridir.Desibel ölçeği logaritmiktir; çünkü ses şiddeti aralığı öyle geniştir ki ölçülmesi yada gözlenmesi gereken tüm sesleri lineer bir ölçeğe sığdırmak imkansızdır.İnsan kulağı sese inanılmaz derecede geniş bir aralıkta tepki verebilmektedir.Üst sınırda, yani acı sınırındaki bir ses, duyula bilen en kısık sesin tam on milyon katı büyüklüğündedir.Bu on milyonun bire oranı ancak logaritmik olarak gösterilebilmekte ve 140 db ile noktalanmaktadır.

Desibel özelliğindeki bir başka özellik de, iki farklı sesin ses basıncı seviyelerinin aritmetik olarak toplanmamasıdır.Örneğin 60 db lik bir ses, 60 db lik bir başka ses ile toplandığında, artış sadece 3 db olacaktır; yani toplam 120 db değil 63 db olacaktır.dahası eğer iki farklı seviyede ses söz konusuysa, düşük olanın büyüğe katkısı fark azaldıkça azalır.Eğer ikisi arasındaki seviye farkı 10 db’in üzerinde ise, düşük seviyeli sesin hiç bir etkisi olmaz.

Frekans: Bir ses kaynağının titreşme yada havayı titreştirme miktarı, frekansı belirler.zamanın birimi genelde bir saniyedir ve bir saniyedeki cevrim sayısını ifade etmek için ‘Hertz’ terimi kullanılır.Frekansın birimi Hz dir.İnsan ve bir çok hayvanın kulağı, geniş bir frekans aralığına sahiptir.İnsanlar yaklaşık olarak 16-20 Hz arasında frekansa sahip sesleri algılayabilir.Günlük hayatta saf tonlarla son derece seyrek karşılaşır.Seslerin büyük çoğunluğu bunun yerine bir çok frekanstan oluşan bir karmaşık birliktelik sergiler.

Zaman Modeli: Sesin zamana ait doğası, zaman ve seviye cinsinden açıklanabilir üreklilik, dalgalanma geçicilik anilik.Sürekli sesler şelale sesi gibi, sabit bir seviyede oldukça uzun bir periyoda sahip seslerdir.Geçici sesler, kısa periyotlarda seyreden, telefonun çalışı, uçağın kalkış yada inişi gibi seslerdir.Ani sesler, tokat yada silah sesi gibi, çok kısa bir zaman dilimi içinde oluşan seslerdir.Dalgalı sesler ise yoğun bir kavşaktaki trafik sesi gibi, zamana göre seviyesi değişen seslerdir.

Sesin Gürlüğü: Akustikte, sesin neden olduğu işitme duyumunun şiddetine ilişkin niceliktir.İnsan kulağının algıladığı ses gürlüğü, yaklaşık olarak sesin şiddetinin logaritması ile orantılıdır. Burada bahsi geçen ses şiddeti, birim zamanda sesin yayılma yönüne dik duran bir yüzeyden, bu yönde geçen ses şiddetidir ve birimi (w/m2)’dir.Ses şiddeti çok zayıfsa ses işitilemez;sesin şiddeti çok yüksek ise ağrı duyulur ve kulak için tehlikeli durum ortaya çıkar.Bu iki eşiğe (işitebilme ve ağrı) karşılık gelen ses enerjileri arasındaki oran yaklaşık olarak 2x1012’dir.Bu oran kişiden kişiye değişebilir, ayrıca sesin frekansına da bağlıdır.İnsan ve bir çok hayvanın kulağı geniş bir frekans aralığına sahiptir.

Ses gürlüğü birimi olarak fon kullanılır;bir fon 1 db’lik ses şiddete farkına karşılık gelir.Bir sesin fon olarak gürlüğü, dinleyiciye aynı gürlükte gelen 2 kHz frekanslı bir sesin db olarak ifade edilen şiddetine eşittir.Ölçümü yapılan sesin gürlüğündeki artış 1 fon olduğu kabul edilir. Gürlükteki artış ile gürlüğü fon cinsinden ifade eden sayıdaki artış birbirleri ile orantılı olmadığından uygulamada daha elverişli bir birim olan son kullanılır.Gürlüğü 40 fon olan bir sesin gürlüğü 1 son olarak alınır. Bu sese oranla iki kat daha gür olarak algılanan sesin gürlüğü 2 son olur.

Ses Şiddeti: Ses dalgalarının ilerlediği doğrultuya dik durumdaki birim alandan birim zamanda geçen enerji miktarıdır.Ses şiddeti güç/zaman birimiyle ölçülür.Ses gürlüğünün öznel bir nicelik olmasına karşılık ses şiddeti nesnel bir niceliktir;uygun ölçme aygıtlarıyla ve gözlemcinin işitme duyumundan bağımsız olarak ölçülebilir.Bir sesin şiddeti ile aynı frekanstaki bir başka sesin şiddeti, bunların şiddetleri bir birine bölünüp elde edilen oranın logaritması alınarak karşılaştırılır.Bir sesin şiddeti 1, diğer sesin şiddeti de 10 ise, şiddet oranı B=Log 10 (1/10) eşitliğiyle bel birimi cinsinden bulunur.Uygulamada daha çok bel’in 1/10’una eşit olan db birimi kullanılır.

Duyma Hissi ve Kulak Hassasiyeti: Ses insanın duyma mekanizması tarafından şu şekilde algılanır. Ses basıncı dalgaları, kulak yapısına pinna ve işitsel kanal yoluyla girer.işitsel kanal, iç kulağa kemikçikler yoluyla bu enerjiyi transfer edecek olan timpanic membranı titreştirir.iç kulak bu enerjiyi elektrik dürtülerine dönüştürür ve işitsel sinirlerden beynin içindeki gerçek işitsel bölge gönderilir. İnsanın duyma mekanizması, bir ön amplifikatör gibi çalışan dış kulaktan başlayarak son derece komplike bir yapı sergiler.Duyma özellikleri üzerine yapılan testler ve araştırmalar, duyma mekanizmasının yanı sıra, eş duyma eğrileri ve en alt ile en üst duyma sınırlarının ortaya konması ile akustiğin temelini atmıştır.Bilimde kat edilen uzun mesafenin ardından, duyma hissindeki perde ve gürlük gibi algıların keşfedilmesi ile ses kalitesi konusuna bir temel teşkil eden psikoakustik bilimi ön plana çıkmıştır.


Kaynak: Beranek, L. L., 1974, Noise Reduction, McGraw-Hill Book Co. Inc., ABD.


Ses grupları

Ses oluşturan her varlık ses kaynağıdır. Üç çeşit ses kaynağı vardır:

Canlı Varlıklar: Hayvanlar, insanlar Vs..

Cansız Varlıklar:'' Davul, gitar, flüt Sesi Vs..

Dogal Afet: Gök gürültüsü gibi


Sesin Yayılımı

Sesin yayılması için maddesel ortama ihtiyaç vardır. Yani boşlukta ses yayılmaz. Ses dalgalar halinde yayılır. Ses kaynağından çıkan ses maddenin taneciklerini titreştirir. Bu nedenle ses yayılır. Ses dalgasının her bir tam devrinde bir sıkışma ve bir seyrekleşme serisi vardır. Ses, tanecikten taneciğe yayılır, tanecikler ne kadar sık ise o kadar hızlıdır. Sesin yayılma hızı sırasıyla katıdan sıvıya, sıvıdan gaza azalır. Hız (V) = uzaklık (D)/ süre (T) biçiminde gösterilen genel hız formülü aslında teorik bir değer niteliği taşımamaktadır. Çünkü bu formülde göz önüne alınmayan dış faktörler, ses dalgalarının hızı üzerinde bir dizi etkiler yaratır. Örneğin rüzgar sesi uzaklara taşır, gece ve gündüzün sıcaklık farkları ses dalgalarını etkiler. Ses dalgaları katılarda yaklaşık olarak 5000 m/s hızla yayılır. Suda 1453 m/s hızla yol alır. Havada 340 m/s yol alır.

Sesin Yapısal Yönü

Bir saniyelik zaman içersinde değişken hareketin ya da titreşimlerin sayısı frekans olarak tanımlanır. Bu tanımlamada her periyod/saykıl 1 Hz (Hertz) olarak gösterilir. Hz sayısı arttıkça sesin frekansı da artmaktadır. Sesin yapısal yönünü frekans belirler:

Sesin Tınısı

Sesin tınısı, aynı frekansta olduğu halde kaynaklar farklı ise seslerin farklı olarak algılanmasıdır. Sesler arasındaki renk farkıdır. Ses kendine özgü olan bu rengi, taşıyıcı bir titreşimin (asal dalganın) üzerine "oranlı" olarak, yan titreşimlerin (harmoniklerin) binmesiyle oluşan karmaşık titreşimlerin sonucu sonucunda kazanır. Frekansı oluşturan saniyedeki periyot sayısı, ne kadar fazla olursa ses o kadar tiz; ne kadar az olursa, o kadar bas niteliğe bürünür.

Ses Zarfları

Sesin tınısını etkileyen etkenlerden biri ses zarfıdır. Ses zarfı, ses yoğunluğunun zaman içindeki değişimini ifade eder ve üç evre ile açıklanabilir.

Çıkış (attack): Bir ses kaynağının titreşmeya başladığı nokta ile en üst seviyeye (tepe noktasına) ulaştığı mesafe arasındaki yükselme zamanıdır
Kalış (sustain): Sesin en yoğun seviyede ya da tepe noktasında kalma zamanıdır
Düşüş (decay): sesin en yoğun seviyeden sesizliğe inme süresidir.

Ton

Basit (genleşme değerlerinin düzenli olması;örneğin düzensiz;1/500,ikincisi 1/400,üçüncüsünün 1/485 olması gibi) frekanslar seste ton farkını meydana getirir. Frekansları aynı olan seslerin tonlarıda aynı olur. Seslerin periyodik karakteri dörde ayrılır: Temel ses: Titreşimleri basit sinüs eğrisi karakteri taşıyan seslere "saf/temel ses" denilir. Bir diyapazonanın çıkardığı ses bunun en yalın örneğidir. Doğada "saf/temel" ses bulunmaz. Doğadaki sesler her zaman karmaşık yapıya sahiptir. Karışık ses: Gürültü: Periyodik olmayan düzensiz ses titreşimlerine gürültü denir. Patlama: Kısa süreli hızlı bir hava yoğunlaşması sonucunda oluşup kulağımıza çarpan seslere ise "patlama" denilir.

Sesin Fizyolojik Özellikleri





Duymanın temsilinin bir şeması. ( Mavi: ses dalgaları. Sarı: kulak salyangozu. Yeşil: işitsel reseptör hücre. Mor: duyma tepkisinin frekans tayfı. Turuncu: tahrik kuvveti)

Sesin gürlüğü: Bu kavram sesin fizyolojik şiddetini tanımlar. Sesler gürlük bakımından "şiddetli", "orta", "zayıf" diye kategorilere ayrılabilir. Sesi gürlüğü, bir ölçü aletinin gösterdiği bir rakamsal değer olmayıp, insan kulağının sesin şiddeti hakkında yaptığı öznel bir değerlendirmedir. İnsan üzerinde yapılan deneyler sonucu insan kulağının gürlük farklılıklarına olan duyarlılığın 1 ila 1.2 dB arasında değişim gösterdiği bulunmuştur. Sesin şiddeti en az 1 dB'lik basamaklar halinde artırıldığında, kulak bu artışı fark etmekte buna karşın daha düşük düzeydeki artışları fark edememektedir.

Şiddeti duyulmayacak kadar az olan titreşimlerin gürlüğü sıfır olarak kabul edilir. Şiddet artıkça sesin gürlüğü de artar. Fakat buna rağmen şiddet ve gürlük arasında doğrusal ve eşdeğerli bir bağıntı yoktur. Örneğin, sesin şiddeti 10dB den 100dB'e çıkarsa, gürlük düzeyi 1 den 2 ye çıkmakta yani gürlük, şiddetin logaritması ile orantılı olarak azalıp çoğalmaktadır.

Sesin yüksekliği: Bu kavram sesin ton değerini tanımlar. Ses tonu, sesleri ince (tiz) veya kalın (pest) olarak ayıran karakterliğe verilen addır. Sonuçta, bu fizyolojik değerlendirmedir. Ses yüksekliği frekansın(ses titreşimlerinin) hızlı yada yavaş olmasıyla ilintilidir. Bir cismin titreşimleri ne kadar az olursa o kadar ince ne kadar kalın olursa o kadar kalın olmaktadır. Kısaca frekansın sıklığına bağlı olarak yükselmeler veya alçalmalar göstermektedir. Ses tonunun belirlenmesi, sesin frekansı ile doğrudan ilişkilidir. İnsan kulağı, frekansı yüksek olan sesleri tiz, düşük olanları ise pest olarak algılar.

Sesin duyulması: Kulağın duyarlığı yaşa çevre koşullarına bağlı olarak değişimler gösterir. İşitme üst sınırının yaş ile birlikte düşmeye başlamasıyla, tiz sesler daha çok genç yaşlarda duyulabilmektedir. Orta yaşlarda işitme sınırı 6.00 Hz'in altına inmektedir.

İnsan kulağı en az 30 mikro-saniyelik zaman farkıyla gelen iki sesi birbirinden ayırt edebilme yetisine sahiptir. Bir başka deyişiyle, vasat bir kulağa sahip olan bir insan, iki kulağına gelen seslerin zaman farkını yüz binde üç saniye kadar bir değer içinde fark edebilmekte ve bu sayede de, kendisine ulaşan sesin kaynağının uzaklığını kabaca da olsa belirleyebilmektedir.

Kulağın sahip olduğu bir başka özellik ise "seçici algılama"dır.

Çevre Kirliliği ve Sonuçları

Etiketler: ,


ÇEVRE KİRLİLİĞİ VE SONUÇLARI

Giriş

20 inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren insanlığı tehdit eden problemlerden birisi haline gelen çevre sorunları ve kirliliği, kökü çok eskilere uzanmasına rağmen kendisini sanayileşmenin sonucunda hissedilir hale getirmiştir.

Önceleri sadece kirlenme olarak algılanan ve uluslar arası boyut kazanmadan yöresellik özelliği taşıyan çevre sorunları, gün geçtikçe hızla çoğalmış, yöresellikten kurtulup tüm dünyanın sorunu olmuştur. Bir ülke sınırları içindeki kirletici unsurun ortaya çıkardığı zararlı duman ve gazlar, rüzgarın da etkisiyle başka ülkelere taşınarak, o ülke için de kirletici faktör olabilmiştir. Çevre sorunları ve kirliliği toplumsal hayatın bütün alanlarını kapsamış ve etkilemiştir.

1. Çevrenin Tanımı

Çevrenin bilinen pek çok tanımı vardır. Toplum bilimcilerine göre çevre çok genel anlamıyla, insanların bir arada yaşamasının sonucu olarak oluşan insan kümesini yani toplumu dolaylı veya dolaysız olarak etkileyen şartlar bütünüdür.

Sonuçta çevreyi; canlıların tüm sosyal, fiziksel, kimyasal ve biyolojik işlevlerini sürdürdükleri ortam olarak tanımlayabiliriz. Canlıların birbirleriyle olan bu ilişkilerini uyum içinde devam ettirmelerine de ‘’eko sistem’’ denir. Bu uyumun bozulması durumunda da ‘’çevre sorunları’’ ile karşı karşıya kalırız.

2. Çevre Sorunlarının Sebepleri

Hızlı Nüfus Artışı

Çevre sorunlarının ortaya çıkışında etkili olan en önemli faktörlerden birisi de nüfus artışıdır. Bu artış konutta, sağlık hizmetlerinde, besin ve enerji arzında iyileşme ve gelişme beklentilerini olanaksız kılmaktadır.

Hızlı nüfus artışının neden olduğu sonuçlar nüfus ve doğal kaynaklar planlamasının uzun vadeli olarak düşünülmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu planlamanın sonucu olarak, nüfus ve aile planlaması, sağlık ve sosyal hizmetlerin bir dalı olarak gelişir. Doğum oranını düşürmek için planlama açısından yapılabilecek bazı şeyler vardır. Bunlar; bir miktar ekonomik kalkınma, gençlerin ve özellikle kadınların eğitimi, yaşlılara sosyal güvence sağlanması, sağlık hizmetleri ülkenin her noktasına ulaşan ve halkın kabul edebileceği cinsten doğum kontrolü hizmetleri olarak sıralanabilir.

Şehirleşme-Kentleşme

Kentlerin büyümesini üç faktör belirlemektedir. Göçler, doğal nüfus artışı, kırsal bölgenin (şehirleşme olmayan ) kentsel hale getirilmesi.

Nüfusun büyük bir bölümünün köy ve kasabalardan ayrılarak şehirlerde yoğunlaşması, sanayileşme ile de bu gelişmenin hız kazanması, şehirlerin problem yumağı haline gelmesine neden olmuştur. Aşırı nüfus yoğunluğuna maruz kalan şehirlerin; suyu, havası kirlenmekte yetersiz duruma düşmektedir. Aşırı nüfus yoğunluğunun gecekondu bölgelerinin çoğalmasına, bütün bunların neticesinde sağlıksız çevre ortamının oluşmasına yol açtığı söylenebilir.

Sanayileşme, Tehlikeli ve Katı Atıklar

Sanayileşme, şehirleşme ve buna bağlı sorunlarında kaynağını oluşturmaktadır. İnsan sanayileşmenin getirdiği teknolojik imkan ve yetenekler ile mevcut olan çevrede değişiklikler yaparken, yapay çevre yaratma çalışmalarına da hız vermiştir. Sanayileşme tarım topraklarının hızla yok olmasına neden olmaktadır. Peşinden sanayi ürünlerinin atıkları, bu ürünlerin tüketimi, üretimi su ve hava kirliliğini ortaya çıkarmıştır. Daha da kötüsü bu doğal kaynaklar yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır.

Tehlikeli atıklar, son yıllarda ortaya çıkan bazı büyük olaylarla yer altı ve yüzeysel su kaynaklarının kirlenmesine neden olmuştur. Atık maddeler zaman zaman gizlice akarsulara ve denizlere atılmış, kanalizasyon sistemimize verilmiştir. Tarımsal zararlarla mücadele ilaçları genellikle dikkatsizce ve ölçüsüzce kullanılmakta, tamamen boşalmamış kaplar ortada bırakılmaktadır. Diğer taraftan, kullanılmış yağ ve evlerde kullanılan piller, ilaçlar ve diğer kimyasal maddeler gibi zararlı tüketim mallarının toplanması ve emniyetli biçimde ortadan kaldırılması için tesis yoktur.

Katı atıklar evsel, ticari veya endüstriyel alanlardan oluşan; madencilik, tarımsal işlemler ve su arıtım ünitelerinin de dahil olduğu gruplardan kaynaklanan yarı-katı çamurları da içeren, hem ayrışabilen hem de ayrışma özelliği olmayan maddelerdir. Bunlar çöpler, her türlü pil ve batarya, ampuller, pas gidericiler, yağlar, her türlü ilaç, deodorant, sprey, tarım ve haşare ilaçları, metal parçaları, elektrik ve sıhhî tesisat malzemeleridir.

Katı atıkların yok edilmesi hem sağlık hem de estetik nedenlerle zorunludur. Katı atıklar sinekleri, kemiricileri, hamam böceklerini ayrıca başıboş kedi, köpek gibi hayvanları çeker ve ayrışma sırasında pis koku oluşur.

Turizm

Turizmin temel öğesi olan insan; hayatı boyunca doğal ve fiziksel çevre ile zorunlu ve sürekli bir ilişki içindedir. Bu ilişki insanoğlunun daha iyi ve sağlıklı yaşamasının ön koşuludur. Turizmin en önemli kaynak kullanım alanı doğal varlıklardır. Turizmin sağladığı ekonomik değerlere karşılık, turistik kentleşme, nüfus yoğunluğu, doğal çevrenin tahribi, çevre kirlenmesi gibi yarattığı sorunlarla ön plana çıkmaktadır.

Turizmin hızlı ve plansız gelişmesi sonucu ortaya çıkan otel, motel bunlarla ilgili turistik binalar ve alanlar yörelerin betonlaşmasına çöplerin en az para karşılığıyla yok edilmesi kapsamında da doğal çevrenin kirletilmesine yol açmıştır.

Turizmin çevreye olan olumsuz etkilerinden biri de, turistik gelişmenin belirli bölgelerde nüfus yoğunluğuna sebep olması; bölgenin arazi, su ve bitki örtüsü gibi ekolojik unsurlarının aşırı kullanılarak yörenin tahrip edilmesidir. Bu durum özellikle gelişmekte olan ülkelerde görülmekte, telafisi olmayan doğal, fiziksel ve kültürel çevre sorunları yaratmaktadır.

Zihniyet

Doğada bulunan her şeyi öğrenmeye çalışmak, keşfetmek, bunlardan faydalı olanları kendi istek ve arzuları dahilinde kullanmak insanın zihniyeti olmuştur. Böyle bir zihniyeti taşıyan insanoğlu alabildiğince sınırsız bir şekilde doğal çevreyi olumsuz olarak etkilemiştir. Bu etkilenme sanayileşmenin getirdiği kolaylıklar ve teknolojik yenilikler ile iyice yoğunlaşmıştır. Kendine yeni tarım alanları açarak daha çok üretmek, daha büyük toprağa sahip olmak isteyen insanoğlu ormanı yok etmek için önceleri balta sallamış, daha sonraları testere kullanarak biraz daha hızlanmış, teknolojinin ürünü ağaç kesme motorlarının ortaya çıkmasıyla sanki bir yok edici olmuştur.

Bitmez, tükenmez olarak bilinen ve de parasız olarak kullanılan hava, toprak, su gibi unsurları üretimlerinde kullanan üretim süreci zihniyeti devam ettiği sürece, yarınların bitmesine az kalmıştır.

Çevre sorunlarının ve kirliliğin özellikle insan kaynaklı sorunların temelinde zihniyet vardır. Bu noktada ÇEVRE EĞİTİMİ gündeme gelmektedir. Zihniyetin, çevre koruması olarak olumlu yöne kanalize edilmesi (yönlendirilmesi), eğitimle olabilecektir. Bu eğitim aynı zamanda da çevre psikolojisi de desteklenmelidir. Çevreyi fiziksel çevre ile sınırlandırmaktansa çevredeki sosyal, kurumsal ve kültürel faktörleri göz ardı etmemek gerekir.

Kamuya Açık Yer ve Kuruluşlar

Umumi Yerler: Toplumun yiyip, içmesine, yatıp kalkmasına, taranıp temizlenmesine, eğlenmesine, dinlenmesine mahsus (lokanta, gazino, kahvehane, han, otel, hamam, sinema, bar, dansing, tiyatro vb gibi) yerler ile açık ve kapalı eğlence yerleridir.

Toplum bireylerinin çoğunluğunun yaralandığı bu yerler ve araçlar yeterli sağlık koşullarına sahip değilse oradan yararlanan kişilerin sağlıklarını tehlikeye düşürür. Bir takım bulaşıcı hastalık etkenlerinin toplumun diğer bireylerine taşınmasına yol açar.

Yasalar buraların denetimini yerel yönetimler dahil ilgili kuruluşlara vermekle birlikte toplumun tüm bireyleri buraların sağlık düzeyinin denetlenmesi ve niteliğinin sürdürülmesi için katkıda bulunmak zorundadır.

Otobüslerin içinin havalandırılması temizliğinin sağlanması, sigara içilmesi ile ilgili önlemler bu açıdan çok önemlidir. Ayrıca otogarlar, istasyonlar, sinemalar, Pazar yerleri, parklar,kamplar, festival ve fuarlar hava limanı milyonlarca kişinin yararlandığı birimler olarak çok büyük önem taşımaktadır.

3. Çevre Sorunları ve Sonuçları

Hava Kirliliği

Hava kirlenmesi havanın yapısında bulunan esas maddelerin yüzde miktarının değişimi veya bu yapıya is, duman, aerosol halinde kimyasal maddelerin girmesidir. Bu kirleticilerle hava insan sağlığını bozacak, hayvan, bitki ve eşyaya zarar verecek derecede kirlenir.

Hava, yanardağ patlaması, yeraltında sıkışmış gazların bir yol bularak çevreye yayılması, rüzgarla toprak ve kumların sürüklenmesi, bataklık gazları ve yangınlar gibi tabii yollardan yabancı maddelerin atmosfere geçişiyle de kirlenir. Motorlu taşıtların hızla artması, sanayileşme ve endüstriyel gelişmeye paralel olarak kentlerin büyümesi; toplum refahını arttırırken bunların sebep olduğu kirlenme, doğal kirlenmenin çok üzerinde olmaktadır. Yakıt vb maddelerin yakılması, birçok kimyasal maddenin üretimi, ayrışması, buharlaşması gibi işlemler sonucu başta kükürt di oksit gibi toksik gazlar ve bunların içinde küçük parçacıklar halinde bulunan kanserojen elementler çevreye ve atmosfere geçerek havayı kirletir.

Su Kirliliği

Yer yüzündeki sular güneşin sağladığı enerji ile sürekli bir döngü içinde bulunurlar. İnsanlar, genel olarak da canlılar yaşamlarını sürdürmek için suyu bu döngüden alır ve kullandıktan sonra aynı döngüye tekrar verirler. Bu süreç içinde suya karışan maddeler suların fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini değiştirerek su kirliliğini ortaya çıkarır. Bu değişim sırasında, sularda yaşayan canlılar da olumsuz yönde etkilenir. Su kirliliği; ev ve sanayi atıklarının su ortamına arıtılmaksızın boşaltılmaları, tarımda verimliliği arttırma amacıyla doğal ve yapay maddelerin su ortamlarına taşınmaları gibi sebeplerden ortaya çıkar.

Dünyanın büyük kesiminde su kaynakları fazlasıyla yıpratılmaktadır. Sanayi atıkları, kanalizasyon suları, tarımsal amaçlı kullanılan sular, nehirleri gölleri, kimyasal maddelerle ve atıklarla doldurmakta su kaynaklarını zehirlemektedir. Toprak kayması sebebiyle de barajlar ve nehirler dolmaktadır.

Denizler için en büyük kirletici tehlike özelliğini petrol taşımaktadır. Dünya petrollerinin bir çoğunun deniz üzerinden dev tankerlerle taşınıldığı düşünülürse bu tehlikenin önemi daha da anlaşılır. Ayrıca tankerlerin petrol tanklarını açık denizlerde yıkayıp boşaltması da büyük tehlikedir.

Gölleri kirleten en önemli kirletici kaynaklar ev ve sanayi atıkları, mandıralar, tavuk çiftlikleri, tarım arazileri, modern kuyular vb leridir.

Toprak Kirliliği

Toprak yer yüzünün dışını kaplayan, kayaların ve organik maddelerin türlü ayrışma ürünlerinin karışımından meydana gelen, içerisinde ve üzerinde geniş bir canlılar alemi barındıran, bitkilere durak yeri ve besin kaynağı olan, belirli oranlarda su ve hava içeren bir maddedir.

Toprakların katı, sıvı, radyoaktif artık ve kirleticiler tarafından fiziksel ve kimyasal özelliklerinin bozulması, toprak kirliliği olarak belirlenir. Bu kirleticiler, yer altı ve yer üstü sularına karışarak insan sağlığını etkilediği gibi bitkilerin gelişmelerine de olumsuz etkileri olmaktadır.

Çevreye gelişi güzel bırakılan evsel ve küçük işletme atıkları ile, tarımsal teknolojinin gelişmesi sonucu kullanılan tarımsal ilaç ve gübrelerin kullanımı, sanayi atıklarının toprağa sızması, toprağı kirletmektedir.

Toprak kirliliğinin önlenmesi için; endüstriyel atıkların toprağa gömülmesi kesinlikle önlenmelidir. Toprak kirlenmesi, diğer çevre sorunlarının olduğu gibi doğanın yanlış ve hor kullanılması sonucu ortaya çıkmakta, doğal dengenin bozulması ile birlikte giderek hız kazanmaktadır.

Kentleşme ve sanayileşme sonucu ortaya çıkan her türlü atık ve toprağa karışması, toprak kirliliğini oluşturmakta, ayrıca tarım alanlarının kentsel ve sanayi kullanımlarına açılması verimli toprakların kaybına neden olmaktadır. Aynı zamanda verimli tarım topraklarından tuğla, kiremit gibi yapı malzemelerinin üretimi toprak kayıplarını çoğaltmaktadır. Diğer taraftan daha çok ürün almak için geliştirilen yeni tarım teknikleri bazı hallerde; erozyon, tuzluluk ve yaşlık toprak kirlenmesine yol açabilmektedir.

Radon Kirlenmesi

Radon doğal olarak oluşan radyoaktif bir gazdır. Yer küre üzerinde herhangi bir yerde bulunabilir. Coğrafi bölgenin jeolojik yapısıyla yakından ilişkili olarak çevreye yayılma göstermektedir. Toprakta büyük oranda doğal radyoaktif radon bulunmaktadır. Çatlaklardan sızabilmekte, çözünme özelliği nedeniyle suyla taşınabilmektedir. Evlerde bulunan radonun büyük çoğunluğu evin yapıldığı yerdeki topraktan gelmektedir. Eğer zemin topraksa, radon kolayca geçiş yapmaktadır. Eğer zemin çimento ise radon zamanla oluşan çatlaklardan sızmaktadır.

Gürültü

Gürültü insanların işitme sağlığı ve algılamasını olumsuz yönde etkileyen, fizyolojik ve psikolojik dengeleri bozabilen, işverimliliğini azaltan, çevrenin hoşluğunu ve sakinliğini yok eden niteliğini değiştiren önemli bir çevre kirliliğidir.

Günümüzde diğer çevre kirlilikleri gibi çevrenin doğal özelliklerini bozarak geniş anlamda çevre kirliliğine katkıda bulunan ve özellikle nüfusun yoğun olduğu bölgelerde halk sağlığına olumsuz etkileriyle önem kazanan gürültü kirliliği; trafik, sanayi, ev ve toplum kökenli gürültüler olarak sınıflandırılabilir.

Gürültü:

- Kişileri huzursuz eder.

- Sözel iletişimi engeller.

- Çalışma etkinliğini azaltır, düşünmeyi engeller. Bellekle ilgili çalışmalar, sözcük öğrenme amacıyla yapılan çalışmalar gürültüden etkilenmektedir.

- Uykuda rahatsız eder, uykuya dalmayı güçleştirir.

- İşitme duyusu ve yollarında zararlara yol açar.

- Davranış bozukluklarına neden olur. (Sinirlenme, heyecanlanma gibi.)

- Karakter değişikliklerine neden olabilir.

- Öğrenme yaşantılarının olumsuz etkilenmesi özellikle okullarda belirgindir. Gürültülü bölgelere yakın olan okullarda öğrenme etkinliğini azaltıcı etki yapmaktadır.

- Seslerin arasındaki nitelik farklarının belirlenebilmesi güçleşir.

- Problem çözme yeteneğinde azalma olur.

Kapalı Ortam Hava Kirlenmesi

Değişik iklim koşulları kişilerin rahat çalışabilmesini ve yaşayabilmesini engelleyebilir. Havadaki nem oranının yüksek olması, aşırı soğuk ve sıcak etkisi yapay atmosfer koşullarını gerekli kılmaktadır. Yapay atmosfer koşullarının sağlandığı en önemli çevre öğelerinden birisi barınaklar ve işyerleridir. Yapılan çalışmalar insan yaşamının % 70’sinin kapalı ortamda geçtiğini göstermektedir. Burada kapalı ortam terimi konutları, okulları, resmi binaları, taşıtları kapsamaktadır. Eğer işyeri de eklenecek olursa insan hayatının hemen hemen % 90 ı kapalı ortamda geçmektedir. Bunlardan özellikle barınakların sağlıklı koşulları yetersiz olduğunda insan sağlığını olumsuz etkilemektedir. Konutlar, işyerleri, resmi binalar, okullar içerisindeki hava genel olarak kapalı ortam havası olarak adlandırılmaktadır. Barınaklar insanların fizik, psikolojik ve temel sağlık gereksinimlerini yerine getirmek zorundadır. Fiziki koşullar arasında içinde yaşayanlar aşırı soğuk ve sıcak etkisinden koruması, havasının temiz kalması, nemin önlenmesi, yeterli güneş ışığı alması, uygun aydınlatılması, günlük hayatın gereksinimlerini sağlayacak büyüklükte olması, kolay temizlenebilmesi sayılabilir.

Psikolojik nitelikleri ise içinde yaşayanlara sağladığı güven, yabancı gözlerden uzak olması, aile içi ve aileler arası sosyal bağı sağlayacak olanakların olması, toplumun ev standartlarına uygun olması gibi nitelikler oluşturmaktadır.

Toprak Erozyonu

Toprak erozyonu toprakların su, rüzgar, buz ve dalga gibi dış etkenlerle aşınması ve taşınmasıdır. Toprak erozyonunun yoğun bir şekilde görülmesi beraberinde çölleşmeyi getirmektedir. Aslında bağımsız iki olay olan toprak erozyonu ve çölleşme genellikle birisi diğerinin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

Erozyonun temel sebepleri arasında yanlış arazi kullanımı, aşırı hayvan otlatma, orman yangınları, topografya, jeolojik yapı ve iklim faktörü ile birlikte bitki örtisi kaybı sayılabilir.

Bitki Örtüsünün Tahribi

Bitki örtüsünün tahribine hava, toprak ve su kirliliği, bilinçsiz şehirleşme, orman yangınları, ormandan bilinçsiz faydalanma, aşırı otlatma gibi durumlar sebep olmaktadır. Bunların içinde süreklilik arz eden en önemlisi sanayileşmeden kaynaklanan toprak hava ve su kirliliğidir.

Silahlanma ve Savaşlar

Ekolojik dengenin bozulmasında tarih boyunca etkili olmuş faktörlerden birisi de savaşlardır. Sanayileşme ve teknolojik gelişme ile birlikte savaş metot ve tekniklerinde ortaya çıkan gelişmeler insanlığa büyük zararlar vermeye başlamıştır. Nükleer silahların kullanılması bilindiği gibi sadece insanların ölümüyle sonuçlanmamakta, aynı zamanda ekonomik kaynakların ve diğer bazı maddelerin yok olmasını beraberinde getirmektedir.

İlgili Bağlantılar ;

TEMA Vakfı
Çevreciyiz
Yeşiliz

Akdeniz Bölgesi Genel Özellikleri

Etiketler: ,


AKDENİZ BÖLGESİ GENEL ÖZELLİKLERİ

Akdeniz Bölgesi, Türkiye’nin yedi coğrafi bölgesinden biridir. Anadolu’nun güneyinde Akdeniz kıyısı boyunca uzanır. Genişliği 120-180 km arasında değişir. Batı ve kuzey batısında Ege Bölgesi, kuzeyinde İç Anadolu Bölgesi, doğusunda Güneydoğu Anadolu Bölgesi, güneyinde ise Akdeniz bulunur. Güneydoğudan Suriye ile komşudur. Türkiye’nin başka bölgelerinde olduğu gibi Akdeniz Bölgesi’nde de bölge sınırları ile yönetim birimleri olan illerin sınırları tümüyle çakışmaz. Akdeniz Bölgesi sınırları içerisindeki iller şunlardır:

Konu başlıkları

Konumu ve sınırları

Adını güneyindeki denizden alan Akdeniz Bölgesi, kuzey batıda Ege Bölgesi, kuzeyde İç Anadolu Bölgesi, kuzeydoğuda Doğu Anadolu Bölgesi ve doğuda Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile komşudur.

Kıyı uzunluğu doğuda Suriye sınırından batıda Dalaman Çayına kadar 1542 Km’dir. Bölgenin batı sınırı daha batıdaki Karaağaç Koyuna kadar uzanır.

Akdeniz Bölgesi'nin yüzölçümü 110.000 kilometrekare dolayındadır; Türkiye toplam alanının yaklaşık %14’ünü kaplar. Yüzölçümü bakımından Türkiye'nin dördüncü büyük bölgesidir..

Yeryüzü şekilleri

Akdeniz bölgesinin dağlık ve oldukça engebeli bir yapısı vardır. Bölgenin yeryüzü şekillerinin ana çizgilerini Toroslar belirler. Antalya Körfezi’nin iki yanında yer alan Batı Toroslar, Kuzeyde Göller Yöresinde birbirine yaklaşıp sıkışır. Teke Yarımadası’nın batısında beliren Batı Toroslar, Taşeli Plato’suna kadar uzanır.

Genellikle kalker ve ofiyolitli kayalarından oluşan bu dağlar kırıklı ve kıvrımlı bir yapı gösterir. Batı Torosların en yüksek noktası Beydağlarındaki 3096 m’lik Kızlar Sivrisi Tepesidir. Göller Yöresi’nin kalker oluşumu, sarp dağlarının ortalama yüksekliği 2000-2005 m arasındadır. Yüksek kütleler arasında Avlan, Gördes, Söğüt gibi karstik kökenli çanak biçimli çukur alanlar vardır.

Bu kesim aynı zamanda düden, obruk, mağara, yer altı dereleri, suyutan ve voklüz kaynakları gibi karstik şekiller bakımından da zengindir.

Türkiye’nin, Beyşehir ve Eğridir gibi büyük tatlı su gölleri buradadır. Batı Toroslar, dik eğimli yamaçlarından inen bol sulu akarsular tarafından parçalanmış ve genellikle boylamasına uzanan derin vadiler ortaya çıkmıştır.

Orta Toroslar, güney batıdaki Taşeli platosu ile kuzey doğudaki Uzun Yayla arasında uzanır. Bu kesimdeki başlıca yüksek kütleler batıdan doğuya doğru Bolkar Dağları, Aydos Dağları, Aladağlar, Tahtalı Dağlar ve Binboğa Dağlarıdır.

Orta Torosların en yüksek noktası Aladağlar’da 3756 m’ye yetişen Demirkazık Tepesidir. Orta Toroslar Uzun Yayla’da 1500m yüksekliğindeki bir platoya dönüşür. Orta Toroslar kuzey-güney doğrultusunda akan bol sulu akarsular tarafından parçalanmıştır. Göksu, 130 km uzunluğundaki Limonlu Çayı, Tarsus çayı bunların başlıcalarıdır. Bu akarsular kalker oluşumlu dağlar arasında, derinliği 1000m’yi bulan vadiler açar ve yörenin yüzey şekillerinin sert bir görünüm almasına neden olur.

Amanos Dağları (Nur Dağları), Toroslar dağ sisteminin en güneyindeki bölümünü oluşturur ve İskenderun Körfezinin doğusunda dik bir duvar gibi yükselir.

Lübnan topraklarından doğarak kuzeye doğru akan ve Antakya yakınlarında dik bir açıyla batıya dönen Asi Irmağı, Amik Ovasının Güneybatı ucunda, geniş tabanlı bir vadiden geçer ve Samandağı yakınlarında Akdeniz'e dökülür.

Çukurova, doğuda Amanos Dağları, batıda ise Orta Toroslarla sınırlanır. Bu geniş düzlük batıda Seyhan doğuda Ceyhan ırmaklarının taşıdığı alüvyonlarla oluşmuş büyük bir delta ovasıdır. Çukurova’nın kuzey kesimleri bu iki ırmağın kolları ile yeryer parçalanmış bir plato görünümündedir; buna karşılık güneyde tekdüze bir hal alır. Bölgedeki en önemli akarsular doğudan batıya doğru sırasıyla Asi, Ceyhan ve Seyhan ırmakları ile Göksu, Köprü Suyu, Aksu, Eşem ve Dalaman çaylarıdır.

Başlıca doğal göller Beyşehir, Eğridir, Burdur ve Suğla gölleridir. Kıyılarda ise irili ufaklı birçok lagün vardır. En önemli yapay göller ise Seyhan ve Aslantaş baraj gölleridir.

Akdeniz kıyıları genellikle, az girintili çıkıntılı olması ve geniş yaylar çizmesi bakımından Karadeniz kıyılarına benzer; kıyı sahanlıklarına da pek rastlanmaz. Bölgenin en batı kesiminde ise dağlar kıyıya dik uzandığı için, burada Ege kıyılarına benzeyen daha girintili çıkıntılı bir kıyı tipi vardır. Bu kıyıların, yakın zamanlardaki bir deniz düzeyi yükselmesi sonucu oluştuğu sanılmaktadır. Engebeli kıyının içine sokulmuş küçük koylar, adalar ve yarımadalar bu yükselme nedeniyle ortaya çıkmıştır.

Bitki örtüsü

Dağların denize bakan yamaçlarında makilik ve yeryer yüksek ormanlar kaplı ve arkalarında çukur alanlar ise karasal etkilerin arttığı bir iklim tipine rastlanır. Gene de Akdeniz’in etkisi nedeniyle bu kesimlerdeki iklim, İç Anadolu’daki kadar şiddetli karasal özellikler taşımaz. En sıcak ay ortalaması kıyılarda 27-28 °C, iç kısımlar 23-25 °C dir; en soğuk ay ortalaması ise kıyıda 10 °C dolayında iken iç kısımlarda 1,5-2 °C kadar iner. Benzer biçimde, yıllık ortalama sıcaklık kıyılarda 18-20 °C, iç kısımlarda ise 12-14 °C kadardır. Yine Türkiyenin ortalama sıcaklıgı en yüksek noktası da buradadır Mersin kent merkezinin ortama sıcakklığı yıllık 22 °C dir. Bu sayede turizm gelişmiştir. Turizm bölgenin önemli geçim kaynaklarındandır. Aynı zamanda iklim şartları nedeniyli bitki örtüsü makidir ve aynı zamanda yazları sıcak ve kurak kışları ise ılık ve yağışlı geçer.

Nüfus ve Yerleşme

2000 nüfus sayımı sonuçlarına gore Akdeniz Bölgesinin nüfüsu 13' milyondurdur.Nüfus yoğunluğu km²’de 74 kişidir; bu da km²’de 73 olan Türkiye ortalamasına çok yakındır. Bölge nüfusunun %54’e yakın kısmı il ve ilçe merkezlerinde, %46'sı ise bucak merkezi ve köylerde yer alır. Akdeniz bölgesi kıyı bölgelerimize göre daha az nüfusludur. Nüfus yoğunluğunun en az olduğu yerler Teke ve Taşeli Platosu ile dağlık alanlardır.

Kaynak : Wikipedia